4 Eylül 2010 Cumartesi

No:1 Ucuzluk!

 
Gazeteler,televizyonlar ve mağaza vitrinleri ucuzluk var diye haykırıyordu. Evet ucuzluyordu gün geçtikçe her şey, önüne geçilemiyordu değersizleşmenin. Bir adamın bir kadına aşkı yada bir kadının bir adama sevdası, bağlılığı gittikçe ucuzluyordu. Artık daha ucuzdu fahişeler, bir başka bedenden diğerine çok hızlı geçilebiliyordu. Kimse kimsenin yüzüne bile bakmadan satıveriyordu elindekileri yok pahasına. Ucuzluk vardı. Takside bindirilmişti her şey herkes. Başbakan çıkıp gururla söylemişti,''Memleketimiz de alım gücü çok yüksektir.'' diye evet yüksekti alım gücü. Alım gücü kadar satım gücü de öyleydi. Satabiliyordu insanlar arabasını, evini, eşini, en yakın dostunu.
Ferzan da satılmıştı. Sevgilisi onu tam dört ay önce kokoş bi kadına yok pahasına satmıştı. O da satabilirdi bu kokoş kadını fakat, böyle bi kadını kim alırdı ki. On iki ay faizsiz taksit yapsa bile alan olmazdı. Sattığı paraya bir başka kadın da alınamazdı zaten. Ama o paraya bir revolver alınabilirdi çok ucuza, içinde kurşunları hazır vaziyette. Çeker vururdu beyninden ve hiç bir şeyin satılık olmadığı bir dünyaya göçebilrdi. Evet evet yapmalıydı bunu.
Elindeki kadını kara borsada bir revolver le takas eden Ferzan, şehrin ıssız ve beleşçi geçinen kısmına doğru ilerlemeye başladı. Şimdilerde lümpen tabakanın meskeni olan bu semt, ucuzluk başlamadan önce elit kısma hitap etmekteydi. Ama ne olmuşsa olmuş ucuzluk başlayınca şehrin iki yakası ters düz olmuştu. Fabrikatörler eşlerini ve metreslerini tuttukları gibi satılığa çıkarmışlar, çocuklarını ayakçı takımına hibe etmişlerdi. Ucuzluk başladı başlayalı kimse kimseyi görmüyordu bu böyle idi.
Ferzan bir süre, yeni yetme haybecilerin, esrarkeşlerin, fahişelerin arasından ağır ağır ilerledikten sonra nihayet ölmek için en uygun yeri seçmişti kendine. Sadece bir kurşunu vardı. Anca bu kadarına yetmişti o kokoş karının değeri. Cebinden terli eliyle çıkardığı kurşunu revolverine yerleştirdi Ferzan. Şakağına dayadı altı patları ve gözlerini kapayıp çekti tetiği *TIK*. Demek ki daha kurşun gelmemişti yuvaya tekrar bastı tetiğe *TIK*. İkinci tıktan sonra kulaklarının tüm uğultusu geçmişti Ferzan'ın, etrafındaki bütün sesleri duyabiliyordu. Tepesinde uçuşan kargaların çığlıklarını, çok uzaklardan UCUZLUK diye haykıran megafonları, hiç bir şeyden habersiz çocukların gülüşmelerini ve hatta fahişelerin salyalı çiğnedikleri sakız şapırtılarını bile... Üçünci sefer çekti tetiği Ferzan ve BAM!
Zannettiğinden acısız olmuştu ölümü, bedeni yere yığılırken ruhu gökyüzüne doğru sıyrılıverdi. Maneviyatı ağır ağır yükselirken, uzuncasına baktı cansız bedenine, sandığı gibi beyni patlamamıştı sadece şakağında koca bir delik açılmış oluk oluk kan akmaktaydı. Yükseldi yükseldi ve sonunda en tepeye ulaşınca bir ağırlık bindi üstüne. Geldiği yer hep istediği yerdi öyle biliyordu. Hiç bir şeyin satılık olmadığı pazarlık yapılmadığı bir dünyaydı. Hafifçe gülümsedi, dudaklarından bir zaferin onuru okunuyordu.
Yanına birden koşarak tanımadığı biri yaklaştı, eline koluna sarılıp Ferzan'a, ''Kaç iyilik puanın var.'' dedi. Ferzan anlamsız adamın suratına bakarken. Adam daha telaşlı bir şekilde, ''Hadi be kardeşim peşimdeler ne kadarsa söyle iyilik lazım bana.'' dedi tekrar. Ferzan bir anda beyninden vurulmuşa döndü. Zaten beynini kendi patlatmıştı ya o ayrı. Toparlanıp,''Yok bende iyilik miyilik.'' diye bildi. Adam, daha önce hiç duymadığı bir küfür söyleyip ondan uzaklaştı. Ferzan herhalde buraya özgü bir laf diye düşünürken, kafasını kaldırmasıyla bir anda gördüğü şey karşısında aklı çıkacaktı. Koca bir kapı ve üzerinde dev bir tabelada, Gerçek Ucuzluk Cenneti! yazıyordu ve hemen altında daha küçük bir tabelada, 1000 iyilik puanı olmayan giremez yazmaktaydı...


Cebrail